Yusuf ALTUNEL

 

  1969 yılında Antakya (Hatay)'da doğmuşum. Ailem Mersin'de sebze yetiştiriciliği yaptığı için çocukluğum Mersin'de geçti. İlkokula orada başladım. Yaşam koşullarımız ağırdı. Kira ile aldığımız tarlalardan bir süre sonra taşınmak zorunda kaldığımız için, kamıştan örülü, kille ya da naylon ile kaplanmış, üstü çinko örtülü kulübelerde kalırdık. Birarada yaklaşık 3-4 kulübeden oluşan topluluklar halinde yaşardık. Elektrik ve temiz suyumuz yoktu. Topluca aynı odalarda yatılır, tek bir yer sofrasından aynı tabağa hep beraber kaşık çalınırdı. Herşeye karşın çocukluğum büyük bir özgürlük içerisinde geçti. Oyun oynayabileceğimiz çok geniş sebze ve narenciye bahçelerimiz vardı. Büyükler günboyunca tarlada oldukları için, portakal, mandalina, limon ve greyfurt bahçelerinde gönlümüzce yaratıcı, gönlümüzce özgür harika zaman geçirirdik. Yaramazlıkların en azgını, utanmazlık ve arsızlıkların en büyüğü bizdeydi. Büyüklere ilallah dedirtecek kadar çok haşarılık yapardık. Akşamları öylesine çok toz-toprağa bulanmış olurduk ki, temizleninceye kadar derilerimiz soymak zorunda kalırlardı. Bu yaşlarda ağır bir hastalık geçirdim. Hastalıktan sonra da yaramazlık yapacak takatim kalmamıştı artık. Zaten okula başlamak üzereydim. 

  Okul yaşamım boyunca hastalıklardan çekmediğim kalmadı. Birkaç defa çok ağır hastalık geçirdim. Ama yılda birkaç defa hastalanmam son derece normaldi. Ana dilim Arapça'ydı. Okula başlayıncaya kadar da tek kelime Türkçe bilmiyordum. İlk yıl benim için korkunç geçti. Üstelik 1.5 yıl da erken başlamıştım, yani sınıfın en küçüğü idim. Hastalıklardan dolayı gelişmem de yavaşladığı için okulun en küçüğü oluvermiştim. Yine de takıntısız sınfları geçip ortaokula başladım.

  1980 yılında Antakya'ya taşındık. Artık elektriği ve televizyonu olan, köyün içerisinde betonarme bir evimiz vardı. Arkadaşlarımın sayısı artmış, çevrem genişlemişti. Sıtmalı, kocaman sivrisinekli boğucu Mersin gecelerinden sonra, serin, defne yeşili, rüzgarlı köy hayatı çok iyi gelmişti. Ortaokul ve liseyi burada bitirdim. 12 eylül dönemiydi. Çocukluğumun aksine, gençliğim böylece sıkı kurallar, askeri rejim ve sıkıyönetim altında geçti. İşkenceler, kayıplar, idamlar geçti yakınlarımızdan.

  1985 yılında ODTÜ'tü Bilgisayar Mühendisliğini kazandım.1991 yılında lisans, 1996 yılında da yüksek lisans eğitimini tamamladım. Bir süre Urfa'da çalıştım. 1 yıl Almanya'da kaldım. Bir süre de Antakya'da yaşadım. Bunun dışında hep Ankara'da kaldım. İşlere girdim, çıktım.

  Yıllardır şiir namına birşeyler karalıyorum. Sanırım artık yazdıklarım kabul edilebilir bir seviyeye geldi. Yüksek lisans eğitimi sırasında yapay zekanın dil ile ilgili bölümüne merak sardım. Tezimi dil konusunda verdim. 1998 yılından bu yana da İmece'de dil ağırlıklı yazılar yazıyorum. Şiirimi geliştirmeye, yeni söyleyiş özellikleri bulmaya çalışıyorum. Metin Altıok'un kullandığı tekniklerin geliştirilebileceğinin farkına vardığım zaman, değişik bir biçim bulunabileceği ve şiirin biçimsel evreninin geliştirşlebileceğinin farkına vardım. O çalışma Kelebek' i doğurdu.

  Şiirde genel olarak sınırların zorlanmasından yanaysam da, anlaşılabilirlik benim için önemli. Şiire fazla süsleme sokmamaya çalışıyorum. Herkesin anlayabileceği ve kendisinden birşeyler bulacağı şiirler yazmaya çalışıyorum. Anlaşılabilir şiir, yazılması zor olan bir tarzdır aslında. Bu konuda Nazım'ın, Ahmed Arif'in, Enver Gökçe'nin Ümit Yaşar'ın yazdıkları var örnek alınabilecek. Ben de ustaları kendime yol gössterici olarak kabul ediyorum. Bunun dışında Divan Edebiyatı'nı tarıyorum. Divan'ın büyük ustalarından öğrenilecek çok şey olduğunu, Divan Şairlerinin Cumhuriyet döneminde ihmal edildiğini, neredeyse yok sayıldığını düşünüyorum.