TESELLİ
                    “en büyük tesellim, ölüme...”
Ağlamak değil ki bu, kanamak,
Yüzüme bak,
Ben ağlarken yüzüme bak.
Keskin dişleri saplandı hayatıma yokluğun,
Aslında bu hayat bit’miş çoktan,
Aslında göbek bağım, kök salmışlığımdı ölüme,
Oysa “sana doğmak” ne kadar zor
Ve bir o kadar zor doymak
Bilmez arzunun altında ezilir taze aşık,
Ne biliyorsa almış yanına, ne biriktirdiyse saklamış ceplerine,
Aşk değil bu kaçamak...
Ve sarılmak ihtiyaçtan sadece, yok bir başka özel amaç,
Çağırıyor küpeli zindan bekçileri,
Sessizliğinin diyetini ödesin diye; razı,
“Bir kere sarıldım ya” diyor, inan ölüyor,
Kimbilir nasıl da ölüyor,
Bu kış kıyamette,
Bekçilerin canı kimbilir nasıl işkence istiyor;
Ölümdür bu ve yok olmak.
Çünkü ben gördüm onları, 
Kaldır başını yerden, yer yer yeme içini, yüzüme bak,
Ağlamak değil ki bu yok olmak,
Çığlıkları labirentte kaybolmuş bir çocuk gibi
Dolanıyor beynimde,
Oysa “sana doymak” ne kadar zor,
Ve bir o kadar zor doğmak
Bilmez bir bebeğin tecrübesizliğine bürünür taze aşık,
Üstelik onu öldüreceklerini bile bile
O saklanırken, sen ışık tuttun yüzüne,
Sen sevişirken o ağlıyordu,
Sen dinlenirken o ağlıyordu,
Sen giderken ağlıyordu o,
Oysa ağlamak değildi bu, çünkü
Böyle bir ağlamak bilinmiyordu,
Gelseydin, arkanı dönseydin, görseydin,
Sesine baksaydın, gözünü duysaydın,
İşte geliyor sesi,
Ağlamak değil bu yenilmek...
Kurda kuşa, eşe dosta, her halükârda yenilmek bu
Yenilmek hep aynı zaten, yok tesellisi.
Ürkek değildi arzunun süründüren bakışları,
Bin mevsimdi, kara yeldi, dinmez seldi,
Kattı kendine ne biriktirdiyse,
Harcadı seveni, bilip de bilmeyeni,
Yaşamak bir pirinç tanesinin boğaza tıkanması gibiydi,
İtelemezsen gidemezdi, itelesen belki değemezdin,
Sevdanın böbrek taşlarıydı, yetememezlik
Ve her dakika duvarlara tırnak izleri ekleniyordu taze sevenin;
Kilitliyordu kendisini.
Herkesten gizli düş biriktirdiği odaya gidiyordu,
Düşlerin 
Kimini çerçeveleyip duvara asıyordu,
Kiminden makasla kendini ayırıyordu,
Kimi hastalıklı bir beden gibi can çekişiyordu,
Onları görünce oturup ağlıyordu, biliyordum,
Ağlamak değildi bu yıkılmak,
Senin o sıralar bıkmışlığın söz konusuydu,
Ayaklarına kapanıp “sana “seviyorum””
Demekten başka bir şeye gücü yetmiyordu,
Gururunu her sabah bir köpek gibi zehirliyordu,
Oysa kudurmuştu gururu bir kere,
Zindanın bekçileri onu götürmeden önce,
Paslı bir jiletle kesmiş bileklerini
Ben bulduğumda yanağı henüz ıslaktı,
Ağlamak değildi bu
Seviyordu...
                               Umut TAYDAŞ