İHTİSAS MESELİ:

1


Oralara gideceğimden emindin oysa
Hep bildik gözlerini dikerek üzerime
tüm tenimi saran vebalarında, ortaçağ hüsranlarınla
herhangi bir sokakta kaybolmanın dehşetini taşıdın
tüm sarnıçların ve kuyularınla, tüm imbiklerin, testilerinle
sözcükleri sıralayacağım, uzunluktan ve ahenkten korkmadan
sesimi duyuramadığım tüm aşklarıma bir nirengi, mihenk bu şiir işte

Uzunuzun süreceğim keyfini esrikliğin
bu kelimeler bana ait değil mi, altın söz, derin susku
dil çürümesi ve sürçme, bilinç dışına düşürdüğüm 
büyüteç altındaki sinek gibi anılar işte
küçük bir çocukken çığlıklar atarak yaktığım evim
salyalı sümüklü yılbaşı geceleri
sokağımızın adını bile hatırlamıyorum
park gezmeleri yasaktı çünkü bana
bisiklet kazaları ve tüm yalnızlıklar
pazar yerinde sakince köşelere, tezgahlara bırakılan ben
kaybolmuşluğunu doğum izi sayan yürek acısı: İşte şair

Küllerini döke döke babam bir gecenin en kırmızı anında
Birasını sürükleyerek gözümün önünde meyhanesine daldı bu şehrin
Arkasından annem ve tüm fertleri suçluluğun
ben 10 yaşında ispanyol olmayan bir sabahta kırmızının anlamını
tüm içrek, tüm salaş, tüm hoyrat kovalamacasında anladım esrikliğin.

Sen hiç meyhaneye girdin mi hayalinde
ortasında sarı, ayyaş bir süreğin izlerini görebileciğin
-bilinçaltına gotik harflerle kazınmış bir an-
duraklamadan, hızla, dopplere paralel bakışlarla
daldın mı bir meyhaneye, bilinçaltın bile korkarak kapıda
10 yaşında olmanın tüm yabanlığıyla içki kokladın mı
babam işte, tam da hayal ettiğim gibi
bir köşede sakince demleniyor: "şehirden korkabilirsin oğlum
ama şehirden korkanların son durağı elbette teneşirdir
İStanbul sokaklarında soluk, mum yüzlü adamlar göreceksin
kardeşlerimdir onlar benim, suçlu dudaklarında aynı türkü
"neden geldim istanbula"
bu anonim yokoluş elbet tüm sorularına cevap verecektir edebiyat tarihinin
işte sana koca koca elleri ile deniz aşırı hüzünler
taşıdığım bu beter beden, bu soluk yüz, bu kara, katran kara bakış
senin şimdi anlamayacağın, ama sonra üzerinde donup kalacağın
anadolu köylerinden birine doğan yanlış güneşin parlamasıdır.

Kanser tüm adına bir oyunla yerleşmişken, kardeşlerine
yalan söylediğin: tansıklar, betikler, boktan
uydurma geleceklerle 'umut' safsataları bir yerden sonra
-o yere yaklaşma oğlum, gelecekte mezarımı aradığında
soğuk, mermer coğrafyasında mezarlığın göreceksin ki
bu şehir tüm çocuklarına eşitsiz ve simetrik bakmıştır-
kulağına düşen bit gibi seni süründürecektir. 
Mevlevi kasabasından dönerken ben de senin gibi
dergahın kapısına tükürdüm, ve lanet ettim bilinçaltıma
Austin'ın camlarını buğulandıran o ayaz - sen de bilirsin
o ayazı, o bulut kırması, o düş kışı, o saltık don, sıfır Kelvin-
dişlerini diline yapıştırır ve yerçekimine karşı merak tekrar
çalışmaya başlar kafanda: Dönmek, torkunu bütünler ve çiviler
seni, toprağa. Loda demişsin sen, ben sadece Kul derdim kül tadında.

Ahengine sıçıyım, ben tüm bedevilerin kanındanım
Nereye gideceğim oğlum, nerede o düzensiz gelecek,
son umut, yaşlı kebir, somurtkan sağlık, irin ve tümleşik sevap.
Bir son olsa, inan ben şimdi korkunç ve kekre yüzümle,
iskelet coğrafyamdan kalkar, giderdim, gölgemin artık
bölük pörçük yere vurduğu, yıkıntı izlediğindeki sarayıma. Fildili kuleme.
Oysa burada kaldık, cesetlerimiz bile burada kalmak zorunda,
bir parça et, böcek deliği kefen bezlerimiz, dualarımız,
yerini bilmediğin mezarımda, seni seyrediyorum oğlum,
sizleri seyrediyoruz, toprağa karşı güçsüz, tek kanatlı
bulut kuşları.."

2

Siyah önlüklerinin altında bulut yürekler, safran kafesler
Kelimenin en dorukta mânâsı ile biliçsizce, bahçede
oradan oraya seyirtiyorlar,çocuk olmanın o tanımsız, berrak
silüeti ile. Ben onların arasına yeni katılan bir bedevi,
ortak yanlarımızı ustura ile kazımış ilenç boyunduruk.
az sonra zilin çalması ile, bir toplama kampında çalan
herhangi bir düdük gibi yahudi düşmanı, sıralara,
eskiden kalma, ahşap, güve yeniği, silgi kokulu sıralara,
kara tahtaya, kürsüye döneceğiz. Bu dönüş elbet yüzümüzde
anlamını yeni yeni kazanan BÜYÜMEK ile ters yönde.

3

Kartopu gibi patlıyor martılar kıç tarafında vapurun
çocuklar simitlerini, simetriler çocukları doyuruyor
martıların şu ısrarlı dudakları olmasa. Ben bir köşede
yalnızlığıma kurduğum kumpaslarla meşgul, sürükleniyorum
türkü dinlemediğime yanıyorum, süzülmediğime, gülmediğime
durmadan susuyorum. Ah şu sessiz inat!
Büyük Adam var karşımda, sunaksız sülfür yüzlü bulutlar altında
duruyorum ki, gelinciklerim, fesleğenlerim, küfürlerimle.
Yanıbaşımda bir ecekondu, bir aylin, bir surat, yüzlerce damar
doğruluyorlar, akşamın sebebsiz suratına doğru.
Geceye doğru giden tüm vapurların, kıç taraflarında
sağnak var, martılar düşüyor yorgun kanatları yüzümde.

Birden gitar çalıyor.

Elimdeki çay bardağını, denize paralel tutuyorum,
buruyorum, kesiyorum, öpüyorum -anlam bir sıcaklıksa-
karşıda küpeştede lodos çocuklarını doğuruyor:
"Halat mahalline giren tüm martılar yakılacaktır!"
Tabelayı okuyorum, Ballard geliyor aklıma, kuşlarla
dolu bir karabasan damında, etrafını kesen bir deli
ingiliz.

Birden detay artıyor. Görülmesi gereken hesaplar,
kadıköyün sokaklarına bırakılmış tüm cesetler,
kadınlar, erkekler...yüzlerine saçma sapan birkaç
harf yazıp, elveda dilliyorum yüzlerine...

Bu şiir yüzünü kanatıyor değil mi?

4

Hepsi yalan dostum dedi, kekre tenli polis
İşkence yok bu odada, herhangi bir askı, elektrik,
Cop vesaire yok. Sadece düşlerin var, gündüz
dişlerin var, lavaboya düşen, damağın, kanın
yani seni sen yapan bu uzviyet! Al dilekçeni
kaçışta, Ethen benzeri bir yahudinin peşinde
ermenice konuşarak, bazen kürtçe böğürerek, bazen
arapça, bazen lenin, bazen mao, bazen Bill Gates,
bazen Montegü, bazen, makyavel, bazen meriç, bazen
fuantes, bazen kafka, bazen ikinciyeni, cansever,
berk, karasu, çokca kandilli, çokca ne'fi, çokça nebati,
hep aşk, hep kaçış, hep cerahat, hep şehir: günlüklerini
bağışlayacağız elbet, çünkü günlük varoluşun bir milim
ötesinde durandır!
Ben belki dedim. Atışıyorduk, onda cop, takarov, molotof,
ip ve gürz vardı, bende sülah, sapse, oprüş ve doruz. Ben 
aynadan yansıyan ötekiydim, bu yüzden anlamıyordu, vuruyordu
boyuna selvilerin gölgeli ketenpeleleri bulaşan kırbaçla.
Acımıyor ki, acımıyor işte. Keşke acısa, acı ne demek?
Gülüyordum boyuna, orada okuyordum, 220 W yazıyordu
binlerce gerilim, uzviyetimi silebilir misiniz dostlar?
Beyazıt'ta şimdi güvercinler titreşiyor Roma altınları,
dost sohbetleri, marpuçlar, surdipleri, eroinler, kaybolmalar,
çıldırmalar, bağırmalar arasında. Mümtaz birden küllerinde, 
Nuran birden konaklarından ipek ve satenle doğruluyor. Ah işte
bedenimde dolanıyor tüm kent, Huzur buluyorum, sizler, sizler
içimde helezonlar, sarp, derin oyuklar bıraktıkça. Tanzimatla,
uç beyleri ile, mühürle, teftiş ve mühimmatla dolu savaş
yıllarından birden doğruluyorlar, enseme basarak, kollarımı
kırarak, cenazelerini kendileri taşıyarak, çarmıhına
basıyorlar ülkemin.

Gitar birden durdu.

Eteğini topla, yüzgörümlüğünü kağıda bırakıyorum
oradan alırsın, çok değil sadece bir tutam kav,
bir cigara, biraz şarap, üç tane dua, ve bir de
seccade. Mezarın başında duracağım biraz,
sana bakmak istiyorum. UNutacağım elbet,
o ahiret bahçelerini, irin çukularını, rıdvan'ı,
melekleri, münkar ile nekir'i -nasıl korkmuşlardı
benden-, kemiklerini, sabit bakışını. bir tek bu
tesbih böceğini alıyorum, ona da kızmasın elbet.
biliyorum, merak etme, alçak sesle dua edeceğim artık
duyan yok nasıl olsa, biliyorum burada siz bekliyorsunuz,
gidecek yeriniz yok, mezarlık bekçileri de eşlik ediyor size.
(Gülerek) Onların melekeskileri olduğunu kime söylesem
gülerdi bana. Ne mi yıkıldı? Bilmiyorum anane, bilmiyorum.
Aklım almıyor. Aklım artık almıyor.
Gözlerimi kapat. Kemikli ellerinde, tüm edebiyat
tarihinin arsızlığı yatıyor. Efendim? En çabuk
dudak mı eriyor, sonra kulakların ve burnun düşüyor.
Hepsini görüyor musun? hissediyor musun? Korkmam
anane inan bana. Anlat, ne olur anlat. NE zaman gittiler,
ne zaman? Ne zaman öğrendin, ne zaman ağladın, ne zaman...
Kabrinde bu çığırtkanlar, bu kargalar, bu delik deşik,
bu kefen...Ölmek ne demek?

5

herhangi bir yüzün coğrafyasında
istanbulun tüm sokaklarını bulabiliyorsan
bu şiirde yüzünü elbette kanatacak dizeler
bulman da olası.

bil ki aydınlık sadece teneşirle kardeşlik
yapmaz, bazen aydınlık teneşirci ablanın da
yüzünde binbir kan çiçeği açtırır. O an
teneşirci yaşlı kadın, bu imgelerin arasında
behemehal dolanan sivri burunlu, siyahgri esvablı,
kır saçlı, şafak süretinde sabah, kan ter içinde gece,
kokulu kadın, yerinden doğrulur…





Serkan IŞIN