DENİZ KIYISINDAKİ /ISSIZ BİR FOTOĞRAF İÇİN / NEDENSİZ ANIMSATMA



				ay ıslık çaldı
				sessizce fısıldadı tılsımlı sözlerini
				çünkü acı girdi aranıza çünkü

		içsel bir sızıdır tereddüt
		pençeleri kanayan vahşi bir köpek
		trompetin tınısına gerilmiş
		tek hücreli canlı
		kamçısını sallayıp geçerken
		bir limana gömüyorum gözlerimi 
		bütün gemilerin sayrılığı gördüklerim
		kamusal bir rahmin yasallığında
		iğrenç salyasını saçan hayat
		nasıl bağışlatacak kendini
		işte haykırıyorum: 
b a ğ ı ş l a m a y a c a ğ ı m
		ağulu bir tılsıma dönen bu sürgünlüğü
		ağır işkencelerini günlük olanın 
umutlarımı yağmalayan aşkın ecesini
b a ğ ı ş l a m a y a c a ğ ı m . . . 

tel örgülerini geriyorum anıların
uçurumlar  yeşeren belleğimde
birikirken zamanın soğumuş kanı
balkonumdan sokağa sızıyor yüzüm
yüzümdeki bordo yılan usulca kıvrılıyor
başlayan hiçliğin simgesel ayini
sözün kışkırttığı yanardağ
doğasal bir kargış
           dağlayıcı ulağın söylediği

şarkılar:

boş inançları romantizmin
birdenbire katılaşıp savrulan
ürkütücü gözleri mermerden kadınların

şarkılar:

sonrasız birer leke
anımsanmak istenmeyen
gri...gece mavisi...bordo
bir müzik kutusunun kenarında kırılan

geçmiş:
                                                                                                                   
ölü kız çocuğunun yeşil gözleri
piyanonun kara tuşlarına saplanan
caz ve konyak ayini
yavaşça yitiyordu
lağım kokan  sokağın ortasında
içinde eridiği bedenin sıcaklığı ürpertirken tenini
ürkek bakışları nedensizce uzuyordu
lambasız sokak lambasının ölü ışıklarıyla çiftleşen gözyaşları 
öptüğü dudakların çatlaklarında kaybolurken

yürüdüler...

sonsuz gecenin vicdanında
yıkayıp kanayan gözlerini
kafesine kapattılar vahşi hayvanını karanlığın
ay ıslık çaldı
sessizce fısıldadı tılsımlı sözlerini:

çünkü acı girdi aranıza
ve Danton'un kesik kafası
aydınlattı ihtilalcilerin yalan ufkunu							anlamalıydınız
Macbeth uykuyu öldürmüştü
ve unutuş  öğretilemezdi
hiç kimseye

bir çöl geçmişti o an...

ayın gözeneklerinde ateşler yanıyordu
tarihin göğermiş alnında 
kör bir şarki
bozkırın ortasında acemi bir tay gibi
akrebi ölü bir saat gibi inliyordu
zamanın hayta başlangıcı parke taşlı sokakta
yanlış bir kurgu muydu yaşanılan
seni seviyorum tiratları yankılanırken soytarılar sahnesinde
çağını şaşırmış tragedya kahramanları
maskelerini birbirine karıştırıyordu yeni yetme bir kızın
siyah gözyaşları koyulaşıyor
gece gözlerini kapatıyordu
karanlığın çocuğu baykuşlar
soysuzca gülümsüyor
ruhumu kabul etmeyen ölüm meleği
canını alıyordu Cordelia'nın

birdenbire...


yıllar önce gidilmiş bir resim sergisinin
katalogu genleşiyor ellerimde                                                                                                       
çifte yalnızlıklarla örülü bir duvar
odanın tam ortasından uzanıyor yokluğa
iki sesli ayrılık şarkıları
uzak bir köpeğin kulaklarında çınlayan
korkunç katliamlar tarihi
kaçışın olmadığı bir sürek avıdır
sözcüklerden başlayan ve onların
genişleyen evreninde büzüşüp kuruyan
b e l l e k
arı sözcük gömütlüğü
düşlerinizin ve yolculuğunuzun gelip saplandığı kara kuyu
ordasınızdır
son tümcenin apaçık düzensizliğiyle
saçmanın ağır yükü altında
rotasını yitirmiş zavallı kırlangıç
koparıp atmıştır kanatlarını
orada 
zamanın sonundaki ada da
Ortodoks bir rahibin rüzgar gülü kırıktır
leylekler geçmektedir gökyüzünü süpürerek
dudak parçaları savrulur denizin pürüzsüz maviliğinde
soytarılar yeni bir panayır arar
saygısızca dolaşırken sokaklarında kentin
uğursuz iblis sakalını sıvazlar
tarihin en pis gülümseyişi bulaşır
çocuksu soytarının suratına
panayırlar ölmektedir
trençkotlu yaşlı adamlar
saldırgan bir şefkatin peşinde
izini ararlar geçmişin

oysa bir ağustos böceğinin uydurmasıdır geçmiş

ıssız bir fotoğrafın anımsayamadıkları
eski yol haritalarındaki yitik deniz fenerleri
yıllar önce gidilmiş bir resim sergisinin 
katalogunda unutulmuştur

(yalnız bir yolcunun içsel konuşması)
 	
	yeni kesilmiş bir kavak ağacının 
	kurumuş dallarında unuttum çocukluğumu
	kulaklarımda eskil bir tını
	kimsenin duyamayacağı
	güneşli orta çağ aryaları
	kadının yüzüne düşen
ağlayan gündönümü	 			 				yakasında deniz iskeletleriyle
                                                                                                               
neydi yitirdiğimiz
nemli dudaklarımızda
tenha unutuşu mu çölün
yabanıl yüzü mü prensesin		
	ışıl ışıl ay taşları 
	aydınlatırken ellerimizi
	tanıyamıyorduk şaşkın yüzlerini ölümün
							
birdenbire  derinleşti  kâbus
yüzyıllardır ölü bir köpeğin bilinci nesneleşirken
ay ıslık çalıp
sessizce fısıldadı tılsımlı sözlerini

çünkü acı girdi aranıza
ve Danton'un kesik kafası
aydınlattı ihtilalcilerin yalan ufkunu
anlamalıydınız
Macbeth uykuyu öldürmüş
Cordelia çarmıha gerilmişti
ve unutuş öğretilemezdi			 		 			           kısa pantolonlu o karaşin çocuğa...
			

güneş çıkar
aydınlanır parke taşlı sokak
herkes uyanıp yüzünü yıkar
bahar gelmiştir artık
yeşil erik yenmeye gidilecektir
sıska bir şarkıcının öğrettiği şarkılar söylenerek....





Serdar  AYDIN