E. CANSEVER'İN
HAKLI-HAKSIZ ÖFKESİ

Yeni Ufuklar'ın Haziran sayısında Üç Ozan başlığı altında üç ozanla ilgili yazım çıkmıştı. Birbirinden bağımsız ozanları, bir ansiklopedi okuyucusunun bilgi merakını doyuracak yoğunluk sınırında kalarak anlatmaya çalışmıştım. Edebiyat akımları üstüne özgün yorumlar getirmeye elverişli olmayan bu tür yazılarda, ister istemez, o güne kadar yerleşmiş bazı klişeleşmiş sözlerden yakasını sıyıramıyor insan. Ben de, bir yerde Metin Eloğlu için şöyle deyivermişim: "Eloğlu'nın Garipçilerden kopuşu, Türkiye'nin Adresinde tamamlanır. Artık şair, İkinci Yeni diye adlandırılan, soyut anlamsız, kapalı, öz ve biçim özelliklerine kaymıştır." Biraz savrukça olan bu sözler, İkinci Yeni şiir akımının, İlhan Berk ve Turgut Uyar'dan sonra gelen (kendi sıralanmasına göre) şairi Edip Cansever'i şaşırtmış ve de öfkelendirmiş. Yeni Ufuklar'ın Temmuz sayısı için Soyut, Anlamsız, Kapalı başlığı altında bir yazı gönderdi. İkinci Yeni şiir akımını anlamsızlıkla suçlayanları eleştiren bu güzel yazıyı okumuş olmalısınız. Ne var ki, Edip Cansever'in burada beni nişan tahtası olarak kullanması hayli şaşırtıcı oldu. Nasıl olmasın ki, ben bugüne kadar "anlamsız" sözünü kullanmış değildim, ne şiir için, ne de hikâye ve roman için. Ayrıca, toplumsal gerçekçiliğe ters düştüğü gerekçesiyle bir zamanlar Rusya'ya sokulmayan ve bizim "keskinlerimizce" tükaka sayılan Kafka'yı, bilinçaltı dünyasının gerçekçi ustası Kafka'yı dilimize ilk çevirenin ben olduğunu unutmuş olmalı ki E. Cansever, beni bir çırpıda harcamayı göze almış. Yalnız onu mu unutmuş olmalı, dersiniz. Yer Çekimli Karanfil'in 1957 yıllarında Yeditepe Şiir Armağanını kazanışında, ne denli bir payım olduğunu da unutmuş olmalı. Yer yer kapalı, güç anlaşılır bir yapıta, acaba "anlamsızlığından" ötürü mü arka vermiştim? Neyse geçelim bunları. Edip Cansever, niye anlamsızcılara karşı olan haklı öfkesini, bir şamar oğlanı olarak, bende boşaltmak istedi dersiniz?

1961 yılına inelim isterseniz. Sabahattin Eyuboğlu ile Çağdaş Türk Edebiyatı adı altında ortak bir yazımız çıktı Yeni Ufuklar'da üç sayı. Bu yazı bir ısmarlama yazısıydı ve 1956'da kaleme alınmıştı. Eksikti, kusurluydu belki. Ama, biz hiçbir şey eklemeden yazıyı dergide yayınlayıverdik. Şiir alanında neydi eksiği? İkinci Yeni akımını hesaba katmamıştı. Bu durum, İkinci Yeni akımı şairlerini bize düşman etmeye yetmişti. Her ne kadar Edip Cansever, Yeditepe Armağanından kalma bir uzak, bir soğuk saygıyla, her çıkan kitabını bana yolladıysa da, öbür şairler bütün bütün sırt çevirdiler bize. Onunla da kalmadılar, dergilerde, gazetelerde, arkadaş toplantılarında "şiirden anlamazlıkla" suçladılar bizi. Bir sanatçı kırgınlığıydı bu, haklı olmalarını istediğimiz, ama haklı olmadıklarını bile bile -biraz da ezile büzüle- ve de saygıyla karşıladığımız bir kırgınlık. Ama, iş bununla bitmedi. Ocak 1967'de Yeni Ufuklar, Oğuz Arıkanlı'nın himmetiyle, 1950-1960 kuşağının ozan ve hikayecilerini kendi kendileriyle ve çağlarıyla hesaplaşmaya çağıran özel bir sayı yayınladı. Bu sayıda, Ahmet Oktay dışında, İkinci Yenicilerden hiç kimse yoktu. Hepsine mektup yazılmıştı sanıyorum. Hiçbiri yanıt vermemişti. Yalnız Edip Cansever unutulmuştu. Yeni Ufuklar'ın bir sonraki sayısında Bir Açıklama yaparak özür dilemiştik kendisinden. Ama, özür yerini bulmamıştı. Çünkü, üç dört yıl önce, bir dost toplantısında (S. Eyuboğlu o zaman sağdı), E. Cansever, bir şiirinde kendini "alkol çocuğuyum" diye niteleyen E. Cansever, buğulu, bulantılı ve boğuntulu bir alkol süzüntüsü içinde, bizi şiirden anlamazlıkla suçlamıştı, Evet, şiirden anlamıyorduk. Öylesine anlamıyorduk ki, seçici kurulu üyesi olarak, Yer Çekimli Karanfil'e oy vermiştik. Ona verdiğimiz, ya da verdiğim karşılık bu olmuştu. Bir yıl önce yine bir toplantıda karşılaştık E. Cansever'le. (Dikkat ederseniz, Sayın E. Cansever demiyorum, sadece Edip Cansever, diyorum. Çünkü, basın hayatımızda, hiç de sayın olmayan kişilere sayın sözünü yapıştırarak, bir çeşit dokunulmazlık kazanılarak küfür edildiğine tanıklık etmekteyiz). Yine, boğuntulu, bunaltılı ve de buğulu bir alkol esrikliğinde, ama bu kez, içten, insanca, dostça, yalansız dolansız bir ruh eşliğinde saygılaşıp anlaştık. Bu anlaşmanın en canlı belgesini sundu bana Edip Cansever, son çıkan Sonrası Kalır adlı kitabının başına yazdığı şu sözlerle: "Sayın Vedat Günyol'a sevgilerimle - Eski bir 'anlamazsın' sözünün utancıyla."

Bu sözü söylemiş olmanın utancı ağır basmış olmalı. Şöyle ki: Edip Cansever, bir yıldır, Babıâli yokuşunda, şurada burada, ayaküstü, uzaktan yakından rastlaştığımızda, dergiye yazı yazma vaadinde bulunan ve beni mutlandıran Edip Cansever, bir ay önce telefonda, o güzel sesini duyurarak, Yeni Ufuklar'a bir yazı göndereceğini muştuladı. Bu yazı, biraz beni yeren bir yazıymış. Öyle söylüyordu. Olsundu. Edip Cansever, yıllar yılıdır Yeni Ufuklar'ı yok sayan, ama bir tatlı, bir sıcak ahbaplıkta yumuşayan Edip Cansever, bana bir gül sunuyordu ilk kez. Onca değer verdiğim bir ozan dergime yazı veriyordu. Ne mutluluktu bu benim için. Ama, onun bana uzattığı gülün altında amansız dikenler saklıymış.

Edip Cansever, o yazımdaki cümlelerime takılmış, "İkinci Yeni diye adlandırılan" sözümü bir tuhaf bulmuş. Bir Türkçe bozukluğu. Oysa, "İkinci Yeni Şiir diye adlandırılan", ya da "İkinci Yeni Şairler diye adlandırılan" demeliymişim. Bana kalırsa, burada ikimiz de çuvallamaktayız. İkinci Yeni Şiir değil, İkinci Yeni Şiir akımı demek gerekir. Ayrıca, İkinci Yeni Şairler sözü Türkçeye aykırı düşer. Müsaade ederse, şöyle demeli: İkinci Yeni Şairleri. Neyse, böylesine ipsiz sapsız tartışmalara girmenin gereği yok. Türk şiir diline, insanı şaşırtacak kadar güzel deyimler getiren, sezgisi, duygusu, anlatımı ile yeni olanaklar kazandıran bir ozana, böylesi küçük şeylerden söz etmek bile küstahlık olur.

Edip Cansever, bana okumayı salık veriyor. Haklı olarak. Bir iki haftadır hep onu okuyorum. Bugüne bugün on şiir kitabı çıkmış. Doğrusunu isterseniz, beşinci kitabından, ya da altıncı kitabından sonra okuyamamıştım Cansever'i. Oysa, ne varsa, Çağrılmayan Yakup'tan, Kirli Ağustos'tan bu yana varmış, Sonrası Kalır'a kadar varmış, incelikten, duyarlıktan, sanattan yana.

Ben, Edip Cansever'in şiiri üstüne bugüne değin bir tek söz söylemiş değilim. Ama, o beni, şiirinin soyut olduğunu ispatlamaya çağırıyor. On kitabını okudum, hem de hazla, zevkle, saygıyla ve de hayranlıkla Edip Cansever'in. E. Cansever kapalı bir ozan. Alalım Çağrılmayan Yakup'u. Kim bu Yakup. Kendisi. O kurbağalar, açgözlü kurbağalar kim? Bir zamanların İşçi Partisini oluşturan o güzelim insanlar. Eğer ben, bir zamanlar E. Cansever'in gönülden yürekten İşçi Partisine kayıtlı olduğunu ve sonra bir anlaşmazlık sonucu partiden uzaklaştırıldığını bilmesem, Çağrılmayan Yakup ve açgözlü Kurbağalar benim için kapalı, haydi çekinmeden söyleyelim, anlamsız kalırdı.

Edip Cansever, "gerçek şiir yükünü, şiir değerlerini görmek becerisinden (yani ben ve benim gibiler) yoksunsak, en açık sandığımız şiirler bile yalnızca birer tuzaktır" diyor. Peki, Çağrılmayan Yakup kimin için tuzaktır. Şairin bir zamanlar sosyalist eyleme katılıp, sonradan saf dışı edildiğini bilmeyenler ve bilemeyecek olanlar için hazırladığı bu tuzağın kurbanları sen ben değilsek kimlerdir? Ve bu tuzak ne zamana dek sürecektir?

Edip Cansever, "sisini kendi yaratan bir gemi" örneği, kapalı bir dünya sunuyor bizlere, ama içli, ama ustaca ve de üstünce bir incelikle.

Yazısının bir yerinde şöyle diyor Cansever: "Toplumsal bilinci aşmış, ortaklaşa duygu ve düşüncelerin ötesine geçmiş şiirlerin, belli zaman için 'kapalı şiir' olarak nitelendirilmesi olağandır."

Edip Cansever, toplumsal bilinci aşan, ortaklaşa duygu ve düşüncelerin ötesine geçmiş şiirler yazmakla övünüyor. Yani şiirleri bugün değil, yarın anlaşılacak nitelikte.

Biz, bunun tersini mi söyledik? Peki niye alınıyor anlamsız sözünden?

 

 

 

Vedat GÜNYOL
Çalakalem, İş Bankası Yayınları, 1999