AFŞAR TİMUÇİN'LE "BULUTLAR DENİZ KOKAR" ÜZERİNE

Nahit KAYABAŞI

- Değerli Afşar Hocam, bu söyleşimizde, onuncu şiir kitabınız Bulutlar Deniz Kokar 'dan çıkışla şiir anlayışınız, şiir serüveniniz üzerinde duralım istiyorum. 45 yıllık şiir veriminizin genel çizgilerim ortaya koymak yararlı olacaktır sanıyorum. Bir önceki şiir kitabınız Akşam Türküleri'nden beş yıl sonra, Bulutlar Deniz Kokar 'la yeniden okur önündesiniz. 1997-2001 yıllarının şiirleri bunlar. Hikmet burcundan süzülüp gelen 72 şiir... İnsanı araştırmayı odak alan, insanın yaşam içindeki durumlarını/duruşlarını yansıtmaya çalışan, düşünce yüklü şiirler... Bulutlar Deniz Kokar'daki bu düşünsel yoğunluğu nasıl açıklarsınız?

- Ben felsefi ağırlığı fazla olan sanattan her zaman korkarım. Ama insan yaşlandıkça düşünceye daha çok yöneliyor. Duygulardan arınmak değil bu, düşüncenin öne çıkması. Bununla birlikte şiirselliği yitirmedimse bu beni sevindirir. Çok felsefe, sanat için her zaman bir tehlikedir. Bu şiirlerde yaşamımın son zamanlarının koşulları belirleyici oldu. Birtakım sıkıntılar, acılar, ölümler bu şiirleri yazdırdı bana. Ama gene de, yaşama sevincini yitirmemeye çalışan biri olarak insanı yüceltmeye, insanı araştırmaya özen gösterdim. Bilmiyorum başarabildim mi.

- Size 1979 'da TDK Eleştiri Ödülü 'nü getiren Nâzım Hikmet'in Şiiri adlı incelemenizde, "Nâzım 'in şiiri, düşünce yüklü bir duygusallığın şiiridir, düşünen duygusallığın şiiridir " diyorsunuz. Sizin şiirinizde de düşünce ile duygusallığın emiştiğini görmekteyiz. Bu bakımdan bir 'kültür şiiri 'yazdığınız söylenebilir sanıyorum. Şunu soracağım: Düşünce ile duygusallık arasındaki denge şiirde nasıl kurulabilir? Siz böyle bir denge kurmak kaygısı taşıyor musunuz?

- İnsanı bir bütün olarak alırsak, onu düşünen ve duygulanan bir varlık olarak düşünürsek, şiirin bu iki öğeyi kucaklaması gerektiğini rahatça söyleyebiliriz. Ben düşünceden arınık duygusallığı ve duygusallıktan arınık düşünselliği hiçbir zaman benimsemedim. Gerçekte duygusallıktan arınmış şiir kuru bir şiir olacaktır ve böyle bir şiir, söylemek istediklerini de eksik söylemiş olacaktır. Çünkü insan bir bütündür, onu aynı zamanda bir duygu varlığı olarak görmemiz gerekir. Duygusallığın ağır bastığı yerde şiirin mantığı gürültüye gider ve insan değerlerine yönelmekte eksik kalınır. Bu çerçevede ben her zaman yoğun bir duygusallıkla sağlıklı bir düşünselliği bir arada götürmek istedim. Dikkat edersen, yoğun bir düşünsellik demiyorum. Çünkü yoğun bir düşünsellik, duyguyu gölgeleyebilecek bir etki gücü taşıyabilir her zaman.

- İlk kitabınız Çöl 'den buyana ağırlık verdiğiniz temalar bu kitabınızda da öne çıkıyor. Ana temanız olan aşkın yanında çocukluk, deniz, akşam, ölüm, insanın yaşam için-

deki savaşımı, varoluşsal kaygıları... Bu, şiirinizde çok belirgin bir durum. Bunun için neler söylersiniz?

- Ben sanatı her zaman bir insan araştırması olarak gördüm, insanı bir bütün olarak ele almaya çalıştım. Bu yüzden benim şiirimde insanla ilgili temel sorunlar bir ölçüde öne çıkmıştır diyebilirim. Bizim şiirimizde düşünce yoğunluğu genelde hep eksik kalmıştır. Nâzım Hikmet'i bir 'düşünen şair' olarak belirlerken bu noktanın çok önemli olduğuna inanıyorum. Bizde düşüncenin eksik oluşunu, şairlerimizin -ve sanatçılarımızın- düşünceye çok fazla eğilimli olmamalarına bağlayabiliriz. Oysa düşünceden uzaklaşmış bir şiirin insan araştırması niteliği zayıflayacak ve orada şair yalnızca kendini anlatır duruma gelecektir. Doğrusu ben aşkı ele alırken de, başka temaları ele alırken de doğrudan doğruya kendimi anlatmak istemedim. İnsanı ortaya koymak istedim. Aşık olan bir Afşar benim için çok önemli değil, âşık olan bir insan önemli. Ben o insanın dünyasını ortaya koymak istedim. Benim şiirimde düşünceye yönelik bir çabanın belirleyici olmasının nedeni budur sanıyorum.

- Siz şairlik uğraşında, "birbiri içinde iki yanı olan bir şiir kurmaya, birinde kendi iç derinliğinde yüceyi ve sağlam olanı, öbüründe bütün insanlığın gelişmelerini aramaya " çalıştığınızı vurguluyorsunuz. Bu iki yanı, bu iki çizgiyi biraz açar mısınız?

- Nesnellikten yoksun bir öznelci bakış şiiri sakatlar diye düşünürüm. Bunun tersi de elbette birtakım sakatlıklar getirecektir. Doğru olan, insanın yalnızca duyan bir varlık değil, düşünen bir varlık olduğunu da benimsemek ve bu yönde insanı araştırmak. Eskiler bir kafa ve yürek ayrımı yaparlardı. Ama çok iyi biliyoruz ki, biz düşünen yanımızla duygulanıyor, duygulanan yanımızla düşünüyoruz. Zihnimizdeki kavramların her biri belli bir nesnellik yükü taşıdıkları kadar, belli bir duygu yükü de taşıyorlar. Öyleyse insanı ya da kendimizi duygusallıktan arındırmadan, bir bütünsel varlık olarak ele almamız doğru olur. Yalnız şiirde değil, bütün sanatlarda.

-Siz geleneğe bilinçle yaslanan bir şairsiniz. Nâzım Hikmet, Dıranas, Necatigil, Melih Cevdet, Orhan Veli vb. usta şairlerimiz üzerine irdeleyici metinler yazdınız, şiirimizin gelişim evrelerine ışık tuttunuz. Her şair için önemli bir sorun olan geleneği siz nasıl yorumluyorsunuz, onu kendi şiiriniz içinde dönüştürürken neleri önceliyorsunuz?

- İnsan; tarihi olan, tarihi ile değer kazanan bir varlıktır. Sanat da tarihi ile bir anlam kazanır. Sanatı geçmişinden kopardığımız zaman yalnızca ve yalnızca sanatçının yeteneklerine bağlı bir etkinliği öngörüyoruz demektir. Oysa burada tek kişinin yapabileceği çok bir şey yok. Geçmiş yaşamın ya da insanlığın tarihinin başarılarından, verimli ürünlerinden yararlanmamız gerekir. Çok haklısın, ben gelenekten her zaman enine boyuna yararlanmaya çalıştım, bugün de çalışıyorum. Gelenekle hiçbir zaman bağımı koparmadım. Divan şairlerimizi hâlâ severek okuyorum. Öte yandan halk şiirimizi, özellikle Karacaoğlan'ı, Yunus Emre'yi çok seviyorum ve onların benim şiirime kattığı pek çok şey olduğunu düşünüyorum.

- Siz günümüz genç şiirine pek olumlu bakmıyor ve gençleri ağır biçimde eleştiriyorsunuz. Anlaşılmaz, tatsız tuzsuz şiirler yazdıklarını öne sürüyorsunuz. Öte yandan içerikte olduğu gibi biçimde de geleneğe bağlısınız. Dize kuruluşlarında bile heceye yakın duruyorsunuz. Dizelerinizdeki hece sayısı genel olarak 9'la 13 arasında dolanıyor. Biçim bakımından sizi farklı açılımlara götürebilecek deneysel çalışmalar yapmaktan neden bu kadar uzak kalmayı yeğliyorsunuz?

- Ben 'yepyeni olmak' diye bir şeye kesinlikle inanmıyorum. Her birey tarihten aldığı verileri değerlendirerek bir yeniyi oluşturma şansına ulaşabilir. Yoksa tümüyle geçmişten kopuk bir çaba bize sağlıklı bir şiir ya da sağlıklı bir sanat getirmeyecektir. Gençlerimizin verimsiz şiirler yazıyor olması, hatta çok kuru, çok anlamsız şiirler yazıyor olması, onların geleneğe yeteri kadar bağlı olmadıklarını gösteriyor, yanılmıyorsam. Eğer geçmişi çok iyi özümlemiş olsalardı, o zaman çok daha sağlıklı bir sanat anlayışına ulaşmış olacaklardı. Ben kendi payıma, yalnızca bende başlayan bir yeniliğin olabileceğine hiçbir zaman inanmadım. Ben bir çizginin sürdürücüsüyüm. Birilerinden bir şeyler aldım ve birilerine bir şeyler vermeye çalışıyorum. İnsan tek başına bir özgün sanat yapıtı ortaya koyma şansına sahip değildir bence.

- Peki ama 'yepyeni' dediğimiz şey şiirde nasıl ortaya çıkar, nasıl oluşur, nasıl belirir? Bunun koşulları var mı, varsa nedir?

- Yepyeninin koşulları olduğunu sanmıyorum. Örneğin en büyük şairlere bakalım, onların da geçmişe sıkı sıkıya bağlı olduklarını görürüz. Diyelim bir Baudelaire dünya şiirinde büyük bir devrim yapmışsa, ki genel kanı budur, onu ayrıştırdığımız zaman altından Lamartine çıkar, Hugo çıkar, Musset çıkar. Zaten Baudelaire'in kendisi de söyler bunu; "Ben yeni bir şiir yapmak istiyorum, ben de duygucu bir şairim, ama Lamartine gibi, Hugo gibi, Musset gibi duygucu olmak istemiyorum" der. Biz, bize verileni dönüştürerek kendi sanatımızı oluşturuyoruz. Böyle bir dönüştürme olmadan bir büyük şiir kurabilmek benim açımdan hiçbir biçimde olası değil. Bizim şiirimize de bakarsak, en iyi şairlerimizin gelenekten enine boyuna yararlandığını görürüz. Nâzım Hikmet buna bir örnektir. Bir başka örnek de Orhan Veli örneğidir. Şiirleri zaman zaman beni tedirgin ediyor olsa da, bir anlamda şiire karşı şiir yazmış olsa da bu gerçek değişmez. İyi şairlerimizi gözümüzün önüne getirelim, bunların hepsi geleneğin çocuklarıdır diyebiliriz.

- Bu sözleriniz bir savınızı anımsattı bana: "Bizler yeni bir Nâzım Hikmet'i hazırlayan ortalama birer şairiz " diyorsunuz. Neden böyle söylediniz? Ve sizce, Türk şiirinde Nâzım ayarında yeni bir şair çıkabilir mi önümüzdeki yıllarda?

- Nâzım Hikmet'ten sonra şiirimizde çok büyük bir atılım yapılmadı. Zaten sanatın evrensel gelişimine baktığımız zaman belirli açılma ve kapanma noktalan görüyoruz. Zaman zaman açılımlar, serpilmeler, zaman zaman da daralmalar oluyor. Şiirimiz son yıllarda kesin bir daralma içinde. Bu daralma içinde elbette başarılı kalemler de var. Bunları saymak kolay değil, çünkü birinin adını sayıp öbürünü saymazsak yanlış olur. Ancak şu var; şiiri düşündüğümüzde, yeni bir Nâzım Hikmet olamamış insanların ortamında yaşıyoruz bugün. Gelecek zamanlar elbette yeni Nâzım Hikmetler ya da yeni büyük şairler getirecek. Yeni bir Nâzım Hikmet derken, Nâzım Hikmet'in kopyası gelecek demek istemiyorum. Nâzım Hikmet kadar büyük bir şair gelecektir diyorum. Burada bizim yerimiz nedir, ne olacak? Bunu biz öldükten sonra edebiyat tarihçileri belirleyecektir. İyi mi yaptık kötü mü, eksik mi yaptık fazla mı? Bu, gelecek zamanlarda belli olacak. Ben 'ortalamayız' desem de, ne benim için, ne arkadaşlarım için bu yargıyı kesin bir yargı olarak görmemek gerekir.

- Bugüne kadar herhangi bir şiir akımı ya da anlayışından bilinçle uzak durdunuz ve kendinize özgü bir söyleyiş oluşturmaya çalıştınız. Kendi deyişinizle, "estetiği hür" bir şairsiniz. Söyler misiniz, estetiğinizin hürlüğü hangi öğeler/değerler üzerine kurulu?

- Ben gelenekten yararlanırken modalardan her zaman uzak durdum. Bizim gençliğimizde şiir alanına İkinci Yeni egemendi. Ondan iyice uzak durdum. İki nedenle: Bir, akımların çok verimli sonuçlar vereceğine inanmıyorum. Akımlara bağlı şairler içinden başarılı olanlar tek tük çıkmıştır. Kalanının toptan ortak dille bir şiir yazmaya çalıştığı görülür, İkincisi, ben kendi şiirimi kurmak istedim. Çünkü gerçek anlamda şiir kişiliğimizi oluşturmadan iyi bir şiir yapma olasılığını elde edemeyiz diye düşünüyorum. Nasıl herkesin kendi kişiliği varsa, her şairin de bir şair kişiliği olacaktır. Bazı şairlere bakıyoruz, bunlar sanat açısından kişilikli şairler değiller. Altında imzasını görmediğimiz zaman bu şiir kimin olabilir diye düşünüyoruz. Oysa gerçek şair, imzasını görmediğimiz zaman da şiirini tanıyabildiğimiz şairdir. O yüzden her şair kendi estetiğini sağlam bir biçimde yaratmak zorundadır. Ben de elimden geldiğince, kendi bilinç koşullarıma göre estetiğimi yaratmaya çalıştım. Bunun, başka estetiklerin bir benzeri ya da kopyası olmamasına özen gösterdim. Olma eğilimi gösterdiği yerde de yazdıklarımı yırttım. Hiç kimseye, hatta Nâzım Hikmet'e, Fazıl Hüsnü'ye, Behçet Necatigil'e benzememeye çalıştım. Ama onlardan etkilendim, onların her birini sevmekten, onlara sanatçı olarak saygı duymaktan da geri durmadım.

- Şiir anlayışınızı "hem felsefi bir tutarlılıkta hem şiirsel bir genişlikte " insanı araştırmak üzerine temellendirdiğinizi söylüyorsunuz. Bu temellendirmede lirizme de çok önem verdiğiniz görülüyor. Felsefi tutarlılık, şiirsel genişlik ve lirizm bileşimi üzerine neler düşünüyorsunuz?

- Şiirin gerçek anlamda şiir olması için, lirik olanı yakalamak gerekir. Yani abartılı olmayan duygusallığı, ılımlı duygusallığı yakalamak gerekir. Çünkü olağan insanın durumu aşırı duygululuğa değil, ılımlı duygululuğa daha uyarlı. Dolayısıyla, lirik olan benim için insana en uyarlı olandır ve şiirde vazgeçilmemesi gereken temel öğedir. Ama bu öğeyi ortaya koyabilmek için felsefi bir bakış derinliğine gereksinmemiz var. İnsana kaba gözle bakarak gerçek bir lirizmi ortaya koyma şansımız yok. İnsana kaba gözle bakmak bizi doğrudan aşırı duyguculuğa, duygu abartmacılığına götürür ve gerçeklerden uzaklaştırabilir. Zaten duyguculuk dediğimiz şey, bir anlamda bizi gerçeklerden koparan şeydir. Ben her zaman ayakları yere basan bir şiiri, insan gerçeğini bozmadan bize sunan bir şiiri yazmaya çalıştım. Düşünsel derinliği olan bir lirik yapı, şiirimi gerçekleştirmede her zaman çok önemli oldu.

- Sizce şiirin varlık nedeni insanı araştırmak mıdır?

- Gerçekte yalnızca şiirin değil, bütün sanatların varlık nedeni insanı araştırmaktır. Özellikle 19. yüzyıldan bu yana sanatın böyle özel bir anlamı var. Eski sanatlar ya da eski sanat etkinlikleri doğrudan doğruya kaba toplumsallığa ya da dinselliğe yönelikti. Ama çağımız, özellikle 19. yüzyıldan sonra, tıpkı bilimde ve felsefede gördüğümüz gibi, sanata da bir insan araştırması kimliği verdi. Bu değişim, sanatı çok daha titizlikle çalışılması gereken bir alan durumuna getirirken, sanatçının işini de zorlaştırdı. Tabii izleyicinin işini de zorlaştırdı. Artık herhangi bir imge oluşturarak bir sanatı gerçekleştirdim kolaylığı yok. O imgeyi neden oluşturduğumuz, o imgenin simgesel değeri, o imgede insanı nerede nasıl bulmamız gerektiği gibi temel sorunlar bizi hemen yakalayacaktır. 19. yüzyıldan bu yana sanat çok daha ciddi bir iştir. Çünkü doğaüstünden doğaya inmiştir. Daha doğrusu doğaüstünden dünyaya inmiştir, doğadaki insana inmiştir. Sanatın işi, dolayısıyla şiirin işi artık enine boyuna ve bütün ayrıntılarıyla insanı araştırmaktır.

- Bir söyleşinizde 'güdümlü şiir' yazdığınızı söylediniz. Ama, "dıştan güdümlenen bir şiir değil de, belli ilkeleri yükümlenen bir şiir"... Şiirinizin yükümlendiği ilkeleri açıklar mısınız?

- Ben dünyayı nasıl görüyorsam şiirim de dünyayı öyle görsün istedim. Güdümlülüğün anlamı sanıyorum burada beliriyor. Her şair, sanatını kendi dünya görüşü çerçevesinde oluşturmalı. Bunun için ne gerekir? Sağlam bir dünya görüşüne ulaşmış olmak. Kaygan bir dünya görüşü taşıyan kişilerin şiirlerinde de belli bir düşünsel tutarsızlık olacaktır elbette. Güdümlülük derken, dıştan bir belirlenmişliği söylemek istemedim. Tersine, kendimi çok iyi denetleyerek, ne söylemek istediğimi çok doğru koymam gerektiğini vurgulamak istedim. Ben kendimi kaba anlamda değil, genel anlamda toplumcu bir sanatçı olarak görmek istiyorum. Toplumculukla da sınırlanmayıp insancı bir sanatçı olarak görmek istiyorum. Yalnızca bu toplumun insanını değil, bütün insanı kucaklayan bir sanat yapmak istiyorum. Tutarlı bir estetiğe ulaşmış olmak istiyorum. İnsan değerleri karşısında sağlam bir ayrıştır-macı olmak istiyorum. Dolayısıyla bu çaba benim için sanatın vazgeçilmez temelini oluşturuyor.

- Sizce şiir, ille de bir gerçekliği karşılamak zorunda mıdır?

- Yaşamımızın temel sorunlarını ele aldığımızda, bunların her birinin birer gerçeklik olduğunu görüyoruz. Hiçbir sanatçı, hiçbir düşünür ya da hiçbir bilim adamı, gerçekdışını amaçlamaz. Dolayısıyla hepimiz gerçeği amaçlıyoruz. Ama sorun şurada: Gerçeğe ne ölçüde ulaşabiliyoruz? Gerçeği ne ölçüde sağlıklı algılayabiliyoruz? Gerçekçi olabilmemiz için donanımımız yeterli mi? Gerçekte herkes gerçekçi olmak ister. Ama bunu isterken bazen gerçeklerin dışına düşer, gerçekçilik yapıyorum diyerek doğalcılığın kıskaçları arasına girer. Bu sanıyorum bir kültür sorunudur. Gerçekçi olmak zaten bir zorunluluk. Gerçekçi olmayan bir sanat anlayışı düşünemiyorum. Gerçeküstücülük bile bir gerçekçiliktir. Ama gerçekçi olabilmenin temel koşulu, belli bir bilgi birikimini çok iyi oluşturmuş olmaya dayanıyor.

- Şiirimizde 1980’lerden sonra beliren bir imge sorunu var. Bu kavram bizde sanıyorum biraz yanlış anlaşılıyor. Şiirin büyük ölçüde imgeye indirgendiği zamanlar yaşadık, yaşıyoruz. Siz imge ve simge sorununa açıklık getirici yazılar yazdınız. İki çeşit imgeden söz ediyorsunuz. Duyumsal imge ve düşünsel imge. Bunlar üzerinde biraz durabilir miyiz?

- İki çeşit imge var derken şunu söylemek istiyorum: Dış nesnelerin duyu organlarımız üzerinde uyandırdığı etki ile elde edilen imge. Bu tek bir duyu organı da olabilir, birkaç duyu organı da. Diyelim önümden bir kuş geçiyor. Ben onu görüyorum ve bir biçim olarak algılıyorum. Ya da önümden bir kuş öterek geçiyor. Ben onu görerek ve işiterek algılıyorum. Bu bende ne uyandırıyor? Bir imge uyandırıyor. Buradaki imgeye kaba imge diyebiliriz. Çünkü içi dolgun bir düşünce bütünü değildir bu. Ancak bir kavrama bağlandığı zaman ya da kendisi bir kavram oluşturmaya başladığı zaman orada bir düşünsel yoğunluk söz konusu olacak ve o imge bir işlevsellik taşıyacaktır. İkinci tür imge ise, benim imgelemimle ortaya koyduğum imgedir. Yani ben dokuz kulaklı, yedi kuyruklu kırmızı bir canavar düşünüyorsam, bu düpedüz benim imgelemsel etkinliğimle ortaya koyduğum bir imgedir, tasarlama gücümün bir verimidir. Buradan da zihnin tasarlayıcı gücü ortaya çıkıyor. Burada söz konusu olan biçimsel bir yapıdır. Simgeye gelince, simge de bir imgedir. Simgeyi de iki türlü almak gerekir. Birincisi, gündelik yaşamda kullandığımız simgeler. Örneğin trafik işaretleri. Sağa dönülmez işareti, yayaya yol ver işareti... Bu simgeler kaba simgelerdir ve biz onları bir çırpıda anlaşılır olan ortak bir dil oluşturmak üzere koymuşuzdur. Ama şiirde kullandığımız simgeler, benzeri olmayan, bir başka yerde rastlamadığımız, çok özel olarak ve bir defalığına oluşturulmuş simgelerdir. Bunlar sanatçının ikinci bir defa kullanmaması gereken özel yapılardır ki her biri bir anlam yumağıdır ve bizi belli bir anlamın içine götürecek kapılardır. Temel özellikleri özgün oluşlarıdır. Eğer sanatçı çok sağlıklı bir simge oluşturucusu ise, o simgeden onun ortaya koymak istediği anlamlara ulaşırız. Ama simgeyi doğru dürüst oluşturamadıysa, o beceriyi gösteremediyse, simge bizi anlamlara açacak yerde anlamla aramıza bir duvar olarak girebilir.

- Bazı şiirleriniz bestelendi, şarkı yapıldı. Bunları nasıl karşıladınız? Şiirin bestelenmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

- Şiirlerimi müziğe uygulayan arkadaşların çalışmalarını her zaman sevinçle, sevgiyle karşıladım. Bence güzeldi. Güzel olması da, toplumun onlara gösterdiği ilgiyle kanıtlanmıştır. Ama bir müzik parçası daha çok müzikçinin başarısıdır. Burada benim şiirlerimin olması o müziğe ne katmıştır bilemiyorum. Gerek Işığın Yansıması topluluğu -ki bunun başında benim çok sevdiğim arkadaşım Murat Özyüksel vardır- gerek Ezginin Günlüğü güzel çalışmalar yaptılar.

- Bugüne kadar hangi şiirleriniz bestelendi?

- Bestelenen şiirlerimin sayısı 16'yı buluyor. Ezginin Günlüğü, Böyle Söylenmeli Bizim Türkümüz'den dört şiir besteledi: "Akşam Şarkıları", "Ayrılıkta Söylenmiş Bir Yaz Türküsü", "Bir Masalda Türkü" ve "Çocuğun Kurguları". Işığın Yansıması topluluğunun çıkardığı iki kasette ise 12 şiirim yer alıyor. Bir Çiçek Yılı Sonra adlı kasetteki şiirlerim şunlar: "Seni Düşünen Türkü", "Ağıt", "Yaşamak", "Yağmur", "Çocuk İşi", "Yağmurun ve Çocukların Türküsü". Birdenbire adlı kasette de "Bildiri", "Savaşçının Duygusu", "Bir Yaz Günlüğü", "Bize Dönük", "Akşamın Yansıları" ve "Bir Serüvenin Tanımı" adlı şiirlerim yer alıyor.

-  Gece Gelen Eski Dost adlı romanınız Rusçaya, kimi şiirleriniz de yabancı dillere çevrildi. Bunlar üzerine de bilgi verir misiniz?

-  Gece Gelen Eski Dost Rusçada 1989'da yayımlandı. Bazı şiirlerim-yanılmıyorsam 1985'ten bu yana-Rusçaya, Bulgarcaya, Romenceye, İspalyolcaya, Portekizceye çevrildi. İspanya'da Revista Atlantica dergisi, 1999'da dokuz şiirimi iki dilde yayımladı. Bu şiirleri Fransız şairi arkadaşım François-Michel Durazzo çevirdi. Rusçada 1985'te yayımlanan bir antolojide altı şiirim yer almıştır. Paris'te yayımlanan Aujourd'hul Poeme adlı derginin 16. sayısında şair Lionel Ray'in seçtiği beş şairden biri "Yazıt" adlı şiirimle bendim. Şiirlerime özellikle İspanya'da özel bir ilgi oluştuğunu söyleyebilirim. Son dört beş yıldır İspanya'da Murcia kentinde yapılan uluslararası şiir etkinliğine çağrılıyorum. 2000 yılında da Dünya Şiir Akademisi'ne seçtiler beni.

- Siz uzun yıllar şiir çevirisiyle de uğraştınız. Özellikle A. Kadir'le birlikte ortak çeviriler yaptınız. Bunca şiir çevirmiş biri olarak, "keşke şiir hiç çevrilmese " diyorsunuz. Neden?

- Şiiri çevirirken, bir şeyleri yitirmeyi göze alarak çeviriyoruz. Çünkü şiiri bir dilden öbür dile aktarmak, o simgelerin yeniden oluşturulması anlamına geleceğinden ve bu da olanaksız olduğundan, çeviri, gerçek anlamda çeviri, yapılamayacak bir şey. O yüzden keşke şiiri hiç çevirmesek diyorum. Ama o zaman da bir ülkenin şairlerini tanıma olanağı bulamayız, şiir kültürümüzü zenginleştirenleyiz, yalnızca kendi ülkemizin şiiri ile yetinmek zorunda kalırız. Çeviriler iyi kötü, bize bir ülkenin şiiri üzerine birtakım bilgiler sunuyor.

- Şiir çevirileri şairliğinize herhangi bir şey kattı mı, ya da şairliğinizden bir şeyler götürdü mü?

- Elbette katmıştır. Çünkü biz çok şiir çevirdik. Rahmetli A. Kadir ustamızla çalışmamızda ben genelde kaba çeviriyi yapardım. Şiirleştirme işini o üstüne alırdı daha çok. Ama ne olursa olsun, uzun yıllar yüzlerce şiir çevirdik. O. yüzlerce şiirin bana katkıları olmuş olmalı.

- 45 yıl içinde 10 kitaplık bir şiir serüveniniz oldu ve edebiyat dünyamızda, özellikle şiir kitaplarınıza karşı sanki bilinçli bir suskunluk söz konusu. Mustafa Öneş, Behçet Necatigil, Hasan İzzettin Dinamo ve şimdi anımsayamadığım birkaç kişi dışında şiiriniz üzerinde duran çıkmadı. Afşar Timuçin 'in şiirine karşı bu suskunluğun nedenleri ne olabilir?

- Düşünüyorum düşünüyorum, buna ciddi bir karşılık bulamıyorum. Kişiliğimin itici yanından gelen bir sonuç mudur, yoksa başka nedenleri var mıdır, bilmiyorum. Ben piyasa ilişkilerine girmedim ve hiçbir zaman girmek istemiyorum. O çıkar topluluklarına katılmayı hiçbir zaman düşünmedim. Ama dediğin gibi, korkunç bir direniş oldu şiirime karşı. Şöyle garip bir sonuç çıktı ortaya. Kendimden söz etmeyi pek sevmem ama sonunda Avrupa'daki şairler beni çağırıp görüşmek istediler ve şiirini çok seviyoruz dediler. Artık Avrupa'daki festivallere her gidişimde şiirimin sevildiğini görüyorum. Sonunda Dünya Şiir Akademisi'ne üye seçildim. Ama bütün bunlar, yönelttiğin soruda ortaya çıkan durumun nasıl bir durum olduğunu yanıtlama olanağı vermiyor bana. Bilemiyorum neden öyle yaptılar. Hatta şöyle diyebilirim: Acaba dalgınlığa mı geldi?!

- 45 yıl önce, güzel orman perisinin açtığı kapıdan şiir ülkesine girdiniz. Düşlediğiniz yolu aldığınızı düşünüyor musunuz?

-  Ben seve seve şiir yazdım ve bunun sonuçlarını hiç düşünmedim, hiç merak etmedim. Ama genelde okurların ilgisi bana neyi nasıl yapmakta olduğum üzerine bazı izlenimler vermiştir. Yaptıklarımın pek de boşa gitmediği izlenimini aldım bundan. Ama gene de, yargıyı tarih verecek. Gelecek zamanlar bizim bütün yazdıklarımızı belki yırtıp yırtıp çöpe atacak, belki de tam tersini yapacaktır. Ben elimden geleni yaptım. Ama bunu kendimi ortaya koymak için değil, şiiri çok sevdiğim için yaptım. Şiiri yazarken yazarken birtakım sonuçlar çıktıysa ortaya, bu, elbette benim önceden düşündüğüm ya da öngördüğüm şeyler değildi.



(Bursa/Kültürpark, 10 Eylül 2001)