ADAMCA

Şiirin bir yanı bize yaşadığımız dünyayı olduğundan başka türlü göstermek, duyduklarımızın, işittiklerimizin arkasında daha gizemli bir gerçek aramaktır. Şiirin özellikle bu yanı üzerinde duran ozanlar arasında bizde ilkin Kısakürek, Dranas, Dağlarca ve Sılay akla geliyor. Bu şiir görüşü ozanı, dış gerçeği derinleştireyim derken, gerçek ötesine götürebilir. Nitekim, kimi ozanlar gerçek ötesine gitmiş, kimileri de daha yarı yoldadır.

Celâl Sılay gerçek ötesine gitmeden, gerçeğin içinde bir başka gerçek arayan, her gün göre göre görmez olduğumuz, alışa alışa bilincimizden öte kalan nesneleri, yeniden ve ilk görenin hayretiyle göstermek isteyen bir ozan.

Daha Hayret Şiirleri'nden (1943-1945) başlayan bu yönü, bu kez ozanı son yapıtı olan Adamca'da ulaşılması güç bir dil arılığı, ısıtılmışlığı ile gerçek içinde başka gerçekler aramaya götürmekte. Örneğin, Adam nedir elleri, Adam nedir dilleri, Adam nedir gözleri ile başlayan şiirlerde, eli dili, gözü adamdan ayırıp dokunma duyusunu, sesi, rengi alışılmadık bir deyim, alışılmadık bir biçimde değerlendiriyor.

Bu şiir görüşü, dilde, örneğin Dağlarca'da olduğu gibi, sözcükleri alışıldıkları yerden ayırıp (gözü, dili adamdan ayırmak gibi) beklenmedik bir yerde kullanmasına yaramış Celâl Sılay'ın. Bu da, sözcüklere yeni çağrışımlar, yeni anlamlar, hele yeni tatlar kazandırmış:

Sözcüklerin yerleri değiştirilince, dilde ister istemez bir alacakaranlık, bir yarı anlaşırlık ortaya çıkıyor. Bu alacakaranlıkta şiir, aceminin elinde, bir sözcük oyununa dökülebilir, kolayca bir sözcük cambazlığına düşebilir. Ama Celâl Sılay bu oyuna düşmüyor, daha doğrusu bu oyunu tadında bırakmasını biliyor. İşte örneği:


Us bir çizgi üstünde
ha aştı ha aşacak

Göz bir sinir ucunda
ha koptu ha kopacak

Can bir camlık içinde
Kırıldı kırılacak

Zaman zaman, azla çok şey söylemek de Celâl Sılay'ın mutlu özellikleri arasına giriyor:

Elmanın yüzü güneşten
Adamın yüzü adamdan

Ağustosun sesi böcekte
Mayısın rengi menekşede

Karga özgür
ötünce
Kanarya tutsak... gibi.

Ne var ki, Celâl Sılay, azla çok söyleme yoluna gittikten sonra, mutlu "variation"lara geçmekten de yılmamış. Adam nedir elleri ile başlayan şiirinin ardından Adam nedir elleri, Adam nedir gözleri variation'lardan kendini alamamış. Kendini alamadığı da belki iyi olmuş, çünkü, bu tekrarlarda örneğin: Us - ele gelince, us - dile değince, göz - usa girince; Adam dediğin - gündüz adam - ve gece, Adam dediğin - sokakta adam -ve evde gibi halk türkülerinin, tekerlemelerin tadını buluyoruz şiirlerinde.

Zaten, aslını ararsanız, Celâl Sılay'ın Adamca'sı, bütün öbür şiirlerini uzaklarda, gerilerde bırakan katıksız bir şiir tadı getiriyor bize. öyle bir tat ki, bize şiirin anlamını unutturabiliyor pekala. Bu tat da, şiirlerinin aydınlığında olduğu kadar, hatta belki daha çok karanlığında. Bu karanlık, çok yerde "güzel sözün doğru sözü aşan gücü" nden geliyor Celâl Sılay'da. Onun için, Adamca'da, Celâl Sılay ne demek istemiş, ozanın dünya görüşü nedir diye aramak bizi, şiirin tadını çıkarmaktan alıkoyabilir. Biz, Adamca'da, olsa olsa, ozanın şiir görüşünü bulabiliriz. Bu görüşe göre, şiirle şiirden başka bir şey söylenemez. Adamca'nın söylemek istediği, şiirin kendisi, özüdür.

Celâl Sılay'ın Adamca'da dili kullanmada gerçek ustalığa vardığı da su götürmez. Kullandığı sözcükler, konuşma dilinde anlamı olan yerlerini, bu şiirlerde sese, ozanın deyimiyle "insanca bir sese" bırakmışlar. Adamca'nın asıl anlamını da bu insanca seste aramak gerek bence.

 

Vedat GÜNYOL
Çalakalem, İş Bankası Yayınları, 1999