ŞİİRİN VE YÜREĞİN TARİHİNİ YAZMAYI DENEYENLERE

Trabzanlara yaslanıp şarkı söylüyor bir kadın
anlayamadığım tuhaf bir dille ve ivmeyle.

Kuru yapraklar savruluyor ıssız yamaçlara yukarı
tansökümü öpüşüyor şehir surlarıyla ansızın.

Ayaz mı, yoksa ilkyaz mı içimi acıtan böyle;
nedendir şu mememin altındaki anlamsız ağrı?

Kırgın, minareye tırmanan bir müezzin gibi dalgın
yürüyorum gece yarılarının geç hüznüyle.

Âh, nerede göğü martılarla dolu limanı aşkın
nerede gençliğimi evlâd edinen mahir tanrı?

Bir kadın şarkı söylüyor devşirip rüzgârı
farkında olmadan mülteci yalnızlığıma alnını dayayıp.

Sokaklar bomboş, terkedilmiş tüm mahalle;
tedirginlik sinmiş evlere o keşiş yüzüyle.

Azizeler koşarak çıkıyor merdivenlerini eski manastırın,
avlusunda yuvarlanışını duyuyorum bakır çanının.

Ufka bir yıldız akıyor kirpiklerim düğümleniyor
şakaklarıma sıvaşan ışının külleriyle.

İlâhiler yankılanıyor aklımda, dualar okunuyor;
ümmed hıncıyla yüreğime gömüyor hançeri bâtın.

Bir kadın şarkı söylüyor yaralı sesiyle,
sesime kazıyorum kadını Türk dili Fars dili Arap diliyle.

Kitapların balkonundan başka bir şey değilse cennet
ummanında bencileyin bir muamma var elbet.

Kayalar yuvarlanıyor, çirişotları gürültüyle büyüyor;
bir cırcırböceği önüme düşüyor omuzunda liriyle.

Yağmur başlıyor birden, org melekleri uçuşuyor;
ellerime dokunuyor sevda remilli bir cinayet!

Sular aydınlanıyor giderek, epriyor kutsal yangın;
keder, örtüyor günün üzerini imam cübbesiyle.

İnanla ve hicrânla şarkı söylüyor bir kadın
telleri birer birer kırılıyor inleyen kemanının.

Yollar puslanıyor, ikona kuşları palazlanıyor,
mermer kaldırımlar buğulanıyor çiy taneleriyle.

Perdeler çekilmiş, kapılar sürgülü, bahçe duvarları yıkık,
soluk alışı duyuluyor fidanlıktaki sarnıcın.

Yürüyorum nehir boyunca dudaklarımda bir ıslık,
sanki alınyazım beni çağırıyor kuğuran sesiyle.

İsa mı diriliyor? yoksa Golgotha o yana mı devriliyor;
birden cümle mumları sönüyor göksel mihrabımın!

Samanyoluna yaslanıp şarkı söylüyor bir kadın
dul bir sevinçle ve gücenik sevgiyle.

Ay doğuyor, ümidin yıkık kuleleri doğruluyor;
mayın tarlalarına dönüşüyor acının sınır.

Bir pembe bulut oluyor zafer, eğilip yüzünü yalıyor
âşık meydanlarında terk edilen yüce sabrın.

Bir kadın şarkı söylüyor devşirip rüzgârı
rüzgârlı uçurumlardan yalnızlığıma alnını dayayıp.

Şiirinin ve yüreğinin tarihini yazmayı deneyenleriyle
hayat böyle güleç iken ağlamak gerçekten ayıp!


Hüseyin  FERHAD