ANKARA ANKARA GÜZEL ANKARA'DAN

                                               sunu

Ankara bir düşler kentidir. Kentin kendisi insanları düşler dünyasına taşıdığından
 değil: İnsan Ankara'da düş kurmadan yaşayamaz da ondan. Ya yönetimle ilgili
   bir düşünüz olmalı, ya mutlulukla ilgili; ya iyi insanlıkla ilgili bir düşünüz
   olmalı, ya da iyi sanatçılıkla ilgili. Düşlersiz yaşanamaz Ankara'da: Çünkü
ufuklar sınırlıdır dağlarla, geniş bir ufuk düşünüz yoksa. Çünkü dereler sığdır
      ve 'denetim altındadır', göğsümüzde yüreğimiz bir çağlayana kaynak
    oluşturmuyorsa. Çünkü Kale terkedilmiş gözükür uzaktan, içimizde taht
kuran/hüküm süren, astığı astık/kestiği kestik ama sırasında kendini de kesen
     bir yönetim yoksa. Çünkü ilişkiler köhnemiş, 'memurin' ve hesaplıdır,
  yaptığınız herşeyi karşılıksız yapmıyorsanız. Onun için de Ankara bir düşler 
  yatağıdır, onun çorak bir ülke, tozlu bir kent, kısır bir yaşam ve çeşnisiz bir
                                   toprak olduğu bir yana bırakılırsa.

İşte bu şiir bu düşleri anlatır. Ve aşk delileri, mal delileri, göz delileri,yorgan
     yüzlüler, melekler, körler, sağırlar, dilsizler, sıkmabaşlar, açık bacaklar,
  şaşılar, uygunadımlar, beyinseverler, topatanlar, ayran kanlılar, koltukçular,
  yarım pabuçlar, zenneler,kırık boyunlular, boksör köpekleri, telli bardaklar,
          yaylı sazlar, dost ölüleri ve diğerleri adına ve onlar için yazılmıştır.



II. KARANFİLLER VE İNSANIN HUYU

Bakanlıklardayım. Elimde bir kırmızı karanfil.
Hiç aklımda yoktu, hatta romantik bulurdum
ama önünden geçerken çiçekçinin, beni al dedi
aldım ve yapraklarında kayboldum, küçülerek
küçülerek, çünkü karşımda duvarlarında hâlâ
o kurşun delikleri olan
(delikler 22 Şubat, 21 ve 27 Mayıs'ta açılmıştır)
1933 Alman mimarisini anımsatan
uzun kolonlu,yayvan, suskun ve kendini ağırdan satan
bir bina var. Yıl 1983. Ve ben dört yıl öncesini anlatıyorum.

Dört yıl öncesini anlatıyorum.
O zaman henüz kurşun delikleri beşinci kez sıvanmamış
köşedeki parka bir ağlayan kadın heykeli konmamış
ve yerler parke taşla kaplanmamıştı.
Öğle vakti ben
kendimi çiçeklerle avutuyorum:
Yeşil kurtarıyor bazen.
Üç dakika sonra o geliyor
topraktan bir gelincik fışkırıyor
siyahı kaşlarına, ah, kırmızısı esmer tenine benzeyen
ve ben o gelinciğin ellerini tutuyorum
yeni yıkanmış, ıslak, pembe
gözlerinden bacakarasına doğru inen su burda işte.

Kırmızıdır su senin bakışından
yeşil bir serinliktir Ankara'da
o çeşmedir Kale'de birdenbire karşınıza çıkan
çünkü kırmızıdır su benim aşkımdan.

Kim derdi ki dört yıl sonra bu şiiri yazarken
Nâzım'dan elalıp bu şiiri yazarken
bütün akarsular kurumuş olacak
(zaten Bentderesi'nin üstü çoktan kapanmıştır)
Abdi İpekçi öldürülecek, ismi bir parka verilecek
(Sıhhiye'dedir park, büyük bir gölü vardır)
yani akarsu yerine durgun ve yeşil su yeğlenerek
(zaten Cumhuriyet'te hep böyle yapılmıştır)
dahası
kim derdi ki yanımda sen olmayacaksın diye.

Hepsi bitti. Karşıda Millet Meclisi
hâlâ eldeğmemiş bahçesiyle duruyor.
Bâkir ve temiz. Yaşanmamışlığın temizliği.
Biraz da sevinçli Halkevleri binasını yıktırdığı
ve bahçesini dörtyüz metrekare daha genişlettiği
halkı içinden temelli attığı
ve kendisini millete verdiği için.

Hepsi bitti. Bir kumru gördüğümde
(Ankara'da ne kadar da arttı kumrular, bilemezsin 
belki aşktan, belki ayrılıktan diyorlar)
işte ben bir kumru gördüğümde
haberini alıyorum bahçesindeki heykelin.
Biraz büyükmüş.
Biraz mağrur
biraz sade
biraz ezik
dururmuş öyle.

Bakanlıklardayım elimde kırmızı bir karanfille.
Hangi bakanlık mı, kuşkusuz gönlümün bakanlığı.








Ali CENGİZKAN